Ulusal ve uluslararası ekonomilerde işleyişin temel yapı taşlarını merkez bankaları oluşturur. Bir ülkenin kasası rolündeki merkez bankaları, ilerleyen zaman ve değişen ekonomik düzenle birlikte fiyat istikrarı ve ülkenin para politikalarında daha geniş yetkilere kavuşurken çok daha önemli görevlere soyunmuşlardır.
Merkez Bankacılığının Tarihi
Merkez bankacılığı kavramının, ilk gündeme geldiği tarihler 1600’lerin ortalarına kadar uzanıyor. İktisat tarihinde merkez bankacılığı 1668 yılında İsviçre’de Riskbank’ın kurulmasıyla ilk kez gündeme geldi. İsviçre’nin ardından İngiltere, Avrupa ülkeleri, Asya ve ABD’de çeşitli görev ve yetkilerle merkez bankaları kuruldu. Türkiye’de merkez bankasının temelleri ise 1923 yılındaki İzmir’deki İktisat Kongresi’nde atıldı. 1923’te ilk adımın atılmasıyla başlayan çalışmalar 1928 yılında hız kazanırken tarihler 11 Haziran 1930’u gösterdiğinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası resmi olarak kuruldu. 1715 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu’nun kabulüyle kurulan TCMB, anonim şirket yapısıyla çalışmalarına başladı.
Merkez bankalarının kuruluş hikayesinde ön plana çıkan en önemli unsur ise bağımsızlık olarak tanımlanır. Bağımsızlık, ülkeleri yöneten siyasi irade başta olmak üzere, küresel oyuncular, diğer kurum ve kuruluşların baskısı altında kalmadan devletin kasasının serbestçe yönetilmesi olarak ifade edilebilir. Bağımsızlık kavramı, dünya üzerindeki tüm merkez bankalarının sahip olduğu ortak özelliklerden biri olmakla birlikte sağlıklı bir finansal işleyiş için en önemlisidir.
Merkez Bankalarının Görevleri
Merkez bankaları, ülkelerin maliye politikaları, ekonomik hedefler ile uyumlu ancak bağımsız bir organizasyonel yapıyla hareket ederek para politikasını belirler. Bu bağlamda merkez bankalarının temel görevleri, ülkedeki fiyat istikrarı ve finansal istikrarın sağlanması, ülkenin para biriminin diğer para birimleri karşısındaki değerinin yönetilmesi (döviz kuru rejimi), banknotların basılması ve ihraç edilmesi olarak kabul görür. Bunlara ek olarak bir ülkedeki menkul kıymetlerin sağlıklı ve güvenli bir şekilde aktarımını sağlayan ödeme sistemlerinin yönetilmesi de merkez bankalarının öncül görevleri arasında yer alır.
Merkez bankaları, görevlerini icra ederken hükümetlerle eşgüdümlü bir şekilde hareket ederek çeşitli politikaları yürütür. Temel görevlerinin yanı sıra ülkenin sermayesini oluşturan altın ve döviz rezervleri yönetmek, mali piyasaların işleyişini organize etmek, denetlemek ve işlerliğini sağlamak, temel görevleriyle uyumlu olarak ülkedeki bankaların yükümlülüklerini belirlemek ve takip etmek gibi görevleri de yürütür. Bir başka deyişle, merkez bankaları o ülkedeki bankaların bankası konumundadır.
Merkez Bankalarının Bağımsızlığı Ne Demektir?
Merkez bankaları, görevlerini icra ederken iktisat biliminin gerçeklerine uygun olarak hareket edebilmesi için gereken öncelikli koşul bağımsızlıktır. Günümüzde bağımsızlık kavramı, merkez bankalarının birçok anlamda özerkliğe kavuşturulmasıyla sağlanır. Bu bağlamda, merkez bankaları devlet kuruluşu olarak hizmet verseler dahi tam özerk bir şekilde çalışmalarını sürdürürler.
Günümüzde Avrupa Merkez Bankası, ABD Merkez Bankası (FED), İngiltere Merkez Bankası, İsviçre Merkez Bankası, Japonya Merkez Bankası gibi dünya ekonomisinde söz sahibi ülkeler dahi bağımsızlık kavramı her zaman tartışma konusu olmuştur. Bağımsızlık, göreceli bir kavram olduğundan daha etkin bir şekilde tanımlanabilmesi için farklı açılardan ele alınması mümkündür. İktisat literatüründe merkez bankalarının bağımsızlığı, kurumsal bağımsızlık, amaç ve araç bağımsızlığı, yasal bağımsızlık, finansal bağımsızlık olarak ayrıntılı bir şekilde açıklanır. Bağımsızlığı tanımlayan alt başlıkların tümü hükümetlere karşı olan bağımsızlık olgusunu açıklamak için kullanılır.
Kurumsal bağımsızlık, banka yönetiminin, yöneticilerinin ve banka idare şeklinin özel bir şirket gibi mevcut hükümetlerin baskılar olmadan belirlenebilmesidir. Yasal bağımsızlık ise merkez bankalarının kurumsal özelliklerinin, görev ve yetkilerinin, alınacak kararların çerçevesinin yasalar ile belirlenmesi ve güvence altına alınması anlamına gelir. Merkez bankalarının aksiyonlarında kullandığı araçların, para politikasının belirlenmesi ve uygulanmasının serbestleştirilmesi ise araç ve amaç bağımsızlığını ifade eder. Finansal bağımsızlık ise hükümetlerin çeşitli harcamalarının kontrol edebilme yetkisine sahip olmasıdır. Yani, merkez bankası kaynaklarının hükümete aktarımının yasalar ve kanunlar çerçevesinde gerçekleşebilmesidir.
Merkez Bankalarının Bağımsızlığına Genel Bakış
Merkez bankalarının bağımsızlığı, bir ülkenin finansal düzeninin işleyişinde piyasa aktörlerinin ilgilendiği en önemli kriterlerin başında gelir. Bir başka deyişle, hükümetler değişebilir, siyasi irade ve bakış açısı değişebilir ancak o ülkenin finansal politikaları kalıcı ve iktisat biliminin gerçeklerine uygun olmalıdır. Sermayenin özgürleştiği dünyamızda, para gideceği adres ararken belirsizlik ortamı istemez ve geleceğe ilişkin öngörülerini yaparken iktisat teorilerine bağlı kalmayı tercih eder. Tüm bu şartların sağlanabilmesi için öncelikle merkez bankalarının bağımsızlığı tesis edilmelidir.
Bir ülkenin para biriminin değerinin belirlenmesinde ve istikrarında merkez bankaları, birincil yetkili olduğu için siyasi otoriten yönetim şeklinin ve aldığı kararların para birimleri üzerindeki etkisinin minimum olması beklenir. Bir merkez bankasının bunu sağlayabilmesinin yolu da özgür ve bağımsız kararlar alabilmesinden geçer.
Merkez bankalarının bağımsızlığı sadece yatırımların bir ülkeye gelebilmesi için elverişli ortam hazırlanmasını sağlamaz. Ülkedeki vatandaşların refah seviyesi ile doğrudan ilgili olan fiyatlar genel düzeyinin korunabilmesi adına alınan para politikaları kararlarının serbestçe uygulanabilmesi için de özgürlük kavramı gereklidir. Maliye politikalarını hükümetler; para politikası ise merkez bankaları belirler. Bu ikisi aynı hedefler doğrultusunda uyumlu bir şekilde ilerlerken merkez bankaları ile hükümetler arasındaki ilişki ise bağımsız olmalıdır. Buradaki en önemli sorun, hükümetlerin yönetim şekli ve tercihleriyle ilgilidir. Büyüme ve enflasyon üzerinde oldukça etkili olan para politikasının hükümetin çıkarları doğrultusunda kullanılmasının önüne geçilebilmesi ‘bağımsızlık’ olgusuyla mümkündür. Hükümet maliye politikasını bir seçim yatırımı olarak kullanabilir ancak para politikaları iktisat bilimi çerçevesinde ilerlemelidir. Burada verilecek olan tavizler, ülkedeki enflasyonu, o ülke para biriminin değerini doğrudan etkiler. Özetle, maliye politikaları zaman zaman hükümetlerin işini kolaylaştırabilir, ancak para politikaları her zaman halkın refahını koruyacak şekilde olmalıdır.